Fuji dağının nasıl taşınması gerektiği konusundaki ilk fikirlerimin doğru çıkması beni sevindirdi bu kitapta. William Poundstone, Microsoft’un yardımcı olmamasına rağmen, Bill Gates’in şirket politikası olarak oluşturduğu bulmaca sorularının mülakatlarda gerekli olup olmadığını, bu bulmacaların gerçekten “doğru” kişiyi işe alma konusunda ne kadar yardımcı olduğunu veya bu soruları doğru cevaplayamayan (veya yorumlayamayan) kişilerin gerçekten “yanlış” kişi olup olmadığı konusundaki tartışmalara değiniyor. İş brain teaser‘lara geldiğinde (ki programcılar için kaçılnılmazdır) okunması keyifli kitapların başında geliyor. Özellikle “Her erkeğin karısını aldattığı 50 çiftten oluşan köy” sorusu bir başyapıt.
Bataklıklarla ve sert kayalarla dolu bir ülkenin, aydınları sayesinde eğitimini, sanayisini ve kültürünü nasıl oluşturduğunu anlatıyor beyaz zambaklar ülkesi. Johan Vilhelm Snellman‘ın başlattığı akım ile cahil ve geri kalmış bir toplumdaki din adamlarının, devlet yönetiminin, ebeveynlerin, köylülerin özverileri ile ülkelerini nasıl daha refah bir seviyeye taşıdığını ve nasıl dünyadaki en iyi eğitim sistemlerinden birinin temelinin atıldığının yazar Grigory Petrov basit ve sade bir dille anlatıyor. Okuduktan sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün neden bu kitabı okulların müfredatına konulmasını istediğini daha iyi anladım.
Kendilerini sömüren insanoğlu’na karşı başkaldırıp çiftliğin yönetimi ele geçiren hayvanların daha eşitlikçi bir topluluk oluşturma sürecinde bu amacın nasıl yolundan saptırıldığını harika bir fabl ile anlatıyor George Orwell. Romandaki lider domuz (Napolyon) tamamen Joseph Stalin‘i temsil ettiğinden kitabın temelinde Stalinizm eleştirisi yatıyor. Bu karakterin dışında kalan diğer hayvanlar da açıkça diktatörlükvari bir ortamda olabilecek kişileri temsil ediyorlar. “Dört ayaklılar iyi, iki ayaklılar kötü” mottosunun nasıl “Dört ayaklılar iyi, iki ayaklılar daha iyi”‘ye evrildiği acı bir şekilde gözler önüne seriliyor. Tıpki “Bütün hayvanlar eşittir”‘in “Bütün hayvanlar eşittir ama bazıları diğerlerinden daha eşittir” olduğu gibi..
Fizik ile ilgili bir kitaptan hiç bu kadar zevk alacağımı düşünmezdim. Stephen Hawking, dünyayı düz zanneden insanlardan bu duruma nasıl geldiğimizi, evrenin kökeni ve kaderini, uzayzaman kavramını, ışık konisi kavramını, solucan delikleri kavramını, kara delik kavramını, belirsizlik ilkesi kavramını ve en çok ilgimi çeken zaman oku kavramlarını öyle bir sadelikle anlatıyor ki, sabaha kadar anlatsa dinlerim muhtemelen. Sadece havaalanlarında satılan türde yazılan bir kitaptan nasıl bestseller olduğu okuyucuya verdiği doygunlukla çok daha iyi anlaşılıyor.
İtiraf etmem gerekirse, bu kitabı yazma becerimi daha iyi yapabilecek şeyleri öğretebileceği ümidiyle almıştım ismi nedeniyle ki yanılmışım. Kitabın büyük bir bölümünde, George Orwell, 1930’lar Britanyası‘nın genel durumunu, İspanya İç Savaşı zamanlarını, totalitarizm ve demokratik sosyalizm gibi yönetim şekli ve ideolojilerin o günkü Britanya insanları üzerindeki etkilerini anlatıyor. Tabi kendisinin siyasi görüşlerini içermeyen bir kitabı olması imkansız gibi. Yine de, kısa da olsa kendisini motive eden 4 ana maddeyi şu şekilde sıralamış;
- Saf bir egoizm (Zeki görünme, öldükten sonra hatırlanma)
- Estetiklik (Birinin sesiyle diğer bir bireyi etkileme coşkusu)
- Tarihsel dürtü (Gelecek kuşaklar için o anda içinde bulundukları durumu anlatma)
- Politik dürtü
Ayrıca kitabın sonunda yer verdiği ve başka bir denemesine isim veren kısmı “Bir Fili Vurmak“, gayet hoş.