LeetCode Çözümleri – 455. Assign Cookies

LeetCode içerisinde bulunan “Assign Cookies” sorusunun açıklaması ve çözümü. Bu soruda size verilen kurabiyeler ile, maksimum stayıda çocuğu nasıl doyurabileceğinize ait bir soru sorulmakta.

✨ LeetCode 455. Assign Cookies: https://leetcode.com/problems/assign-cookies/

➡️ Problem açıklaması:

Assume you are an awesome parent and want to give your children some cookies. But, you should give each child at most one cookie.

Each child i has a greed factor g[i], which is the minimum size of a cookie that the child will be content with; and each cookie j has a size s[j]. If s[j] biggerEqual g[i], we can assign the cookie j to the child i, and the child i will be content. Your goal is to maximize the number of your content children and output the maximum number.

Example 1:

Input: g = [1,2,3], s = [1,1]

Output: 1

Explanation: You have 3 children and 2 cookies. The greed factors of 3 children are 1, 2, 3. And even though you have 2 cookies, since their size is both 1, you could only make the child whose greed factor is 1 content. You need to output 1.

Example 2:

Input: g = [1,2], s = [1,2,3]

Output: 2

Explanation: You have 2 children and 3 cookies. The greed factors of 2 children are 1, 2. You have 3 cookies and their sizes are big enough to gratify all of the children, You need to output 2.

Constraints:

1 <= g.length <= 3 * 10^4

0 <= s.length <= 3 * 10^4

1 <= g[i], s[j] <= 2^31 – 1

0 thoughts on “LeetCode Çözümleri – 455. Assign Cookies”

  1. Özelleştirme iyi değil tamam kabul. Yaw arkadaş devletin işletmeciliği hepsinden berbat. tekel bir şirketi devlet yönetince kamu zararı özelleştirince dünyanın karını yapıyor. tmm özelleştirme yapılmasın yapılasın ama devletin yönettiği birimler nasıl zarar etmeyecek ona kafa patlatmak lazım.
    Kimse çıkıp hangisi bu listeden hangisi zarar etmiş demesin sıralarım buraya alayını.
    hadi sağlıcakla

    1. Sayın AYDIN Beyciğim;
      Toplum olarak dünyaya çok boyutlu bakamayışımız. Tek boyutlu bir şekilde yetiştirilmiş olmamız, ister istemez egemen sınıfların ekonomik-politik siyasal düşünce sistemi tarafından teslim alınmış olmanızı da beraberinde getirmektedir.
      Tıpkı devlet tarafından işletilen ekonomik kuruluşların siyasi iktidarların hantal arpalıkları haline getirilesi gibi, özelleştirme de işverenlerin, özel sermayenin karlarına kar katmak, çalışanları azgınca sömürmek, sanki babalarının çitlikleriymiş gibi bu kamu kuruluşlarının talan edilmesine neden olmaktadır.

      Bu nedenle; herkes için demokrasinin olması gerektiğini, kendimiz için istek ve taleplerde bulunduklarınızı, kendileriniz dışındakilere de sunma hakkını tüm insanlara verebilmeyi, eşit adil ve onurlu bir ekonomik paylaşımı öngörüyor olmamız gerekiyor.
      O zaman devletin de, özel sektöründe sevk ve idaresinde bir ekonomik yapılanmaya karşı çıkılması daha doğru ve yerinde olacaktır.
      PEKİ NE YAPMALI; Çok kolay, üçüncü ana sektörün yaratılması sağlamalıdır. Bu sektörle, SİVİL TOPLUMSAL KOLLEKTİF EKONOMİK SEKTÖRLER PROJESİ’nin hayat bulması sağlanmalıdır.
      Yani tüm kamu kuruluşlarının ÖZERK ve BAĞIMSIZ kuruluşlar haline getirildikleri, çalışanların yönetimde söz ve karar sahibi oldukları ve üretimden de pay aldıkları bir sistem. Bu sistemde çalışanlar seçme, seçilme, seçtiklerini geriye çağırabilme ve denetleme hakkına sahip oldukları, kısacası söz ve karar sahibi oldukları bir sistem. Eğer Demokrasi var ise, bunun öncelikle ekonomiden başlaması gerekmektedir. Devletin Özel Sektöre verdiği teşvikler kadar, SİVİL KOLLEKTİF EKONOMİK KURULUŞLARA da eşit olarak teşvik ve desteklerin verilmesi gereken bir sistem. Devletin de, Özel Sektörün de, Sivil Toplumsal Ekonomik Sektörün de Eşit haklarla piyasada yarışmaları gereken bir sistem. Ama Bu Ne Siyasal İktidarların, nede özel sermayenin işine gelmez. Çünkü özel sektör piyasada kendisine rakip istemez. Bunun yığınla örnekleri var GEÇMİŞTE 500.000 üyeli yoksul üretici köylülerin örgütü KÖY KOOP’u, tüketicilerin can simidi HALK KOOP’u kapatan haksız yere cezalandıran bunlar değilmiydi.
      İncelemeler ve araştırmalar sonucunda ÖZELLEŞTİRMENİN KURTULUŞ OLMADIĞINI, ÖZELLEŞTİRMENİN KÖLELİK VE SÖMÜRÜ REJİMİNİ İDAME ETTİRMENİN KABULLENMENİN PROJESİ OLDUĞUNU görmek hiç de zor değildir.
      BU NEDENLE Çalışanların, işçilerin, işsizlerin, memurların, işsizlerin, emeklilerin, üretici köylülerin, esnafların ve zanatkarların, kısacası toplumun en alt gelir guruplarının ve yoksulların DÜŞMANIDIR ÖZELLEŞTİRME. İşverenlerin, özel sermayenin ise ÇOK SEVDİĞİ BİR PROJEDİR ÖZELLEŞTİRME. Yolsuzlukların, hırsızlıkların YASAL HALE GETİRİLMESİDİR ÖZELLEŞTİRME.
      Bugün işçilerin, memurların, üretici köylülerin, esnaf ve zanatkarların vergileri ile kurulmuş olan SSK, BAĞKUR, EMEKLİ SANDIĞI gibi kuruluşların çalışanlara rağmen, özelleştirilmesinin ve satışının sağlanmasının adıdır özelleştirme.
      Halbuki bu kuruluşların gelirleri işverenlere ucuz kredi olarak verilmeseydi. Hükümetin borçlarının kapatılması için kullanılmasaydı. Ve bu kuruluşları çalışanlar yönetseydi. Bu kuruluşlar her il ve ilçede birer hastane, birer üniversite kurar ve ardından ekonomik yatırımlara yönelebilirlerdi.
      Ama bu kuruluşları özelleştirenler, yarın kendi mal varlıklarının da özelleştirilebileceğini göze alabilmelidirler. Çünkü yaptıkları özelleştirmeler ve satışlar, ileride kendi mal varlıklarının da satılabilmesinde EMSAL oluşturacağı muhakkaktır.
      BUNUN İÇİN ÖZELLEŞTİRMELERE HAYIR DEMEK GEREKİYOR.
      Saygı ve sevgilerimle… 31.07.2010
      Celal ALÇAMLI / MERSİN
      calcamli@hotmail.com

  2. 12 EYLÜL’DE ANAYASA’YA HAYIR:
    MERHABA;
    80 Yıldır, Ülkemizin birikimlerini, mirasını yiyip bitirenler, taş taş üstüne koymayanlar, daha çok kâr uğruna kamu ekonomik tesislerimizi babalar gibi sattılar ve satıyorlar. Ama nedense borçlarımız bir türlü kapanmıyor. Üstüne üstlük, eğitim ve sağlık ta paralı hale getirildi.
    Yüzlerce ekonomik tesisin ucuza-zararına satılmasına,kamuda çalışanların sayısal oranının azalmasına rağmen borçlar kapatılamadı. O zaman neden sattınız bu tesisleri?.. Bunun adı ekonomik kalkınma mı oluyor?. Yoksa Ekonomik çöküş mü oluyor..!
    Bir ülkenin ekonomik kalkınmasının ölçütü, o ülkede yaşayan insanlarının işsiz sayısının azalması ile, hatta ortadan kalkması ile, çalışanların yaşam standardının, o ülkeyi yönetenlerin, Bakanların çocuklarının yaşam standardına sahip olması ile ölçülür, dersem haksızlık mı etmiş olurum.. Hayır bilakis, bu ülkenin vatandaşları eşit, adil ve onurlu olarak, birinin diğerine üstünlüğü olmadan en güzel olanaklarla donatılmalarıyla ülkenin refah seviyesinin yükselmiş olacağı muhakkaktır.
    Ülkemiz ekonomik tesislerini sattı diye, insanlarımızın yaşam sıtandardını aşağılara çekti diye, özelleştirmeler sonucu çalışanları asgari ücrete açlığa, işsizliğe mahkum etti diye, sendikalara-çalışanlara işyeri yönetimlerine katılma hakkı vermiyor diye, 12 EYLÜL generallerinin bir kopyası olan AKP ANAYASASI hazırlanarak halkımıza dayatıyor diye, yoksul halk kesimlerini açlıkla hizaya getirmeye çalışıyor diye,ohhh ohhh çok iyi yaptın, haydi AKP’yi ödellendirelim mi diyeceğiz..? 12 EYLÜL’de ANAYASA’ya EVET’mi diyeceğiz..! Bu mümkün mü..?
    Tabiki herkes ektiğini biçer.
    AKP kendi yandaşlarına, cemaatlere, uluşlararası sermaya kuruluşlarına yapmış olduğu yatırımlarının, ABD emperyalisleri ve İsrail siyonistleri ile kurmuş olduğu dostluğun, MERSİN’in AKKUYU beldesine ve SİNOP iline sicili bozuk bir RUS firmasına ihaleyi vererek NÜKLEER SANTRAL yatırımı yapmaya hazırlanmasının karşılığını mutlaka, bu uluslararsı lobilerden, yandaşı menfaat gruplarından ve cemaatlerden 12 EYLÜL’de EVET olarak alacaktır.
    ANCAK; AKP işçilere, işsizlere, memurlara, üretici köylüllere, esnaf ve zanatkarlara ne oranda yatırım yapmıştır..? Bu kesimlerin yaşam standartlarını ne ölçüde yükseltmiştir ki, BU KESİMLER evet diyebilsin. TABİ Kİ bu kesimler ve tüm Türkiye halkı 12 EYLÜL’de ANAYASA’ya HAYIR diyecektir.
    HAYDİ 12 EYLÜL’de ANAYASA’ya HAYIR DEMEYE…
    ANAYASA’ya HAYIR…
    Saygı ve sevgilerimle…
    15.08.2010
    Celal ALÇAMLI / MERSİN
    calcamli@hotmail.com

  3. valla bunca zaman sömürdükleriine sayın ne budalalık yapıyosunuz ya tekelde çalışan bi işçi kaç para maaaş alıyo biliyomusunuz şeker fabrikalarında dönen yolsuzluklrdan haberiniz varmı türktelekomun çiller döneminde 22000.000.000 $ dolar borcumuz varken 25000.000.000$ satmayıpda yeni rakip turkcell ve telsim kurulunca ardından avea da girince zor bela elden çıkarıldığından hiç haberiniz yok sanırım yarın öbür gün telekom değerini iyice kaybedince bu seferde boykotlarla neden satmadınız diycdektiniz yalanmı bunlar şu uykulu halimla eklıma gelenler siz yazın ben cvp larım boş boş kulakdan dolma sözler le kendinizi kandırmayın

    1. aynen kardeşim adamlar o kadar para karşılığı günlük sadece 7 8 saat boş binada oturuyordu. tayyip dur bakalım artık sadece hak ettiğin kadarını alacaksın deyince greve çıktılar

    2. Celal ALÇAMLI’dan “Knn_887” ile, “Ömer – Candan”a MERHABA;
      Demek tekel işçilerinin sömürdüğünü mü söylüyorsunuz!… Çok yazık, size üzülüyorum. Şu an sizin yaşamınızı idame ettirmeniz, yaşamınızı sürdürmeniz, işçi sınıfının varlığına bağlıdır.
      İşçi sınıfı olmazsa siz yaşayamazsınız. Bilmiyorum kaç yaşındasınız. Çalışan bir kimse misiniz, yoksa çalıştıran bir kimse misiniz. İşçimi siniz, yoksa işveren misiniz. Yoksa çalışma hayatına henüz atılmamış, ekmek elden, su gölden, zengin ana baba parası ile yiyip içen, zamanı hovardaca kullanan birimisiniz?, yoksa öğrenci veya işsiz misiniz?, bilemiyorum.
      Ama bildiğim bir şey varsa o da yeryüzündeki tüm maddi değerleri, insanlık için yaşanası hale getiren, şekillendiren ve insanlığın hizmetine sunan işçi sınıfına “sömürücü” diye, ithamda bulunman affedilir bir durum değildir.
      Siz tekel işçilerinin kaç para aldığını soruyorsunuz… Tekel işçileri şu an bir çoğu işten çıkartılmış, kalanlarda 4C kapsamına alınmış durumdadır. Allah bilir, siz 4C’nin de ne olduğunu da, bilmiyorsunuzdur.
      Tekel işçileri 4C kapsamına alınmadan önce, 1.500.TL – 2.200.TL. arası maaş almaktaydılar.
      4C mağduru olduklarında ise ellerine 772,00.TL . – 938,00.TL. arası maaş ellerine geçmeye başlamıştır.
      Peki siz bugün YOKSULLUK sınırı ile AÇLIK sınırını biliyor musunuz? Tabi ki bunu da bilmiyorsunuz dur!…
      ANLATAYIM;
      TÜRK-İŞ (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu) tarafından Ağustos 2010 ayı içesinide yaptırılan bilimsel araştırma sonucunda, AÇLIK sınırı 815,99.TL. YOKSULLUK sınırı ise 2.657,95.TL. olduğu açıklandı.
      AKP Hükümetine yakınlığı ile bilinen MEMUR-SEN (Memur Sendikaları Konfederasyonu) tarafından Şubat 2010 ayı için yapılan araştıra sonucuna göre ise, 4 kişilik bir ailenin AÇLIK sınırı 912,00.TL. YOKSULLUK sınırı ise 2.422,00.TL. olarak hesaplanmıştır.
      Bu da gösteriyor ki, TEKEL İŞÇİLERİ hiçte öyle fazla maaş almamaktadırlar.
      Hata YOKSULLUK sınırının altında maaş almaktadırlar.
      TEKEL İŞÇİLERİN’den En az 20 yılını doldurmuş olanların, yoksulluk sınırına yakın, ama yoksulluk sınırının altında maaş almalarını büyük bir kıskançlık ve çekememezlikle eleştireceğinize, TEKEL İŞÇİLERİNİ de kapsayacak bir şekilde, diğer tüm emeğiyle geçinen, bordrolu işçilerin maaşlarının da yoksulluk sınırının üstüne çıkartılması için MÜCADELE etmek gerektiğini düşünmediğinize göre siz patron, işveren, rantiyeci veya finans spekülatörü olmalısınız..! Eğer böyle biri iseniz size söyleyecek bir sözüm olamaz çünkü siz sınıfsal konumunuz gereği, doğal olarak işçilere, emekçilere, işsizlere ve tüm çalışanlara karşı olabilirsiniz. Bu sizin içinde bulunduğunuz sınıfsal duruşunuzla alakalı bir tutum ve davranıştır. Ama böyle biri değilseniz, o zaman “titre ve kendine gel” demek gerekiyor size…
      ÇÜNKÜ, bu durumda ya işçisiniz, ya memur, ya işsiz, ya ailesi işçi-emekli olan bir öğrenci, ya üretici bir köylü, veya emeğiyle geçinin bir esnaf ve zanaatkarsınız.
      Kısacası EMEKÇİSİNİZ. O zaman sınıfsal duruşunuzu, düşünce yapınızı, tutum ve davranışlarınızı ona göre ortaya koymak durumunda olmalısınız…
      DİĞER YANDAN; Ülkemiz, tekel işçileri ve emeği ile çalışanlar tarafından sömürüldüğüne dair iddianız ise, KÖKÜ DIŞARDA AMERİKAN EMPERYALİSTLERİNİN , ülkemiz insanlarına enjekte ettiği ve insanlarımızı yozlaştırdığı, kendisine ve toplumuna yabancılaştırdığı bir kültürün ve ideolojinin ürünüdür. Böyle bir şey olabilir mi?.
      Eğer bir işyerinde, fabrikada, bir resmi kurumda işçiler, memurlar yan gelip yatıyorsa, bunun sorumlusu o işyerini, fabrikayı, resmi kurumu yönetenlerdir. Böyle bir yerde yönetim zaafı var demektir. Çamurdan olsun, yeter ki benden olsun diyerek, hiçte hak etmeyen ehliyetsiz, birikimsiz insanların bu kurumların başına getirilmesinden doğan ekonomik kayıplar, ve işyeri verimsizliklerinin sorumlusu, o işyerlerini sevk ve idare edenlerdir. İşçiler ve memurlar, işyerlerinin yönetiminden sorumlu olmadıklarına göre, sevk ve idare, işçilerde ve memurlarda olmadığına göre, işyerinde ki üretimsizlikten ve verimsizlikten sorumlu tutulamazlar. İşçilere çalışın dediler de, işçiler çalışmadılar mı ki, işçileri bu kadar suçluyorsunuz.
      MADEM SUÇLAMAYA HAZIRSINIZ.
      O zaman tüm fabrikalarda, işyerlerinde, resmi kurum ve kuruluşlarda, çalışanların yönetimde, söz karar ve yetki sahibi olmalarını sağlayacak, düzenlemeler getirilmesi gerekmez mi?. Bu işyerlerinin veriminin düştüğünü, zarar ettiğini iddia ediyorsanız, o zaman o kuruluşları sevk ve idare edenlerin, neden bu kuruluşları bırakmasını veya terk etmesini sağlamak için çaba içine girmiyorsunuz. Bırakın o zaman bu ekonomik kuruluşları yönetmeyi, işçilere ve çalışanlara devredin o zaman bu kuruluşları, bakın o zaman zarar mı ediyor, yoksa kar mı ediyor.
      BİR BAŞKA KONU; TÜRK TELEKOMU zamanında satmadığımızdan zarar ettik diyorsunuz. Zarar ettiğimiz doğrudur. Ama geç satıldığı için değil, SATILDIĞI İÇİN ZARAR ETTİK.
      80 yıldır ülkemizin KAMU EKONOMİK KURULUŞLARI üzerine sürekli yenileri eklenmeye ve taş, taş üstüne konularak, ülkemizin sosyo-ekonomik imarı için, gecesini gündüzüne katarak, emek harcayanlara, teşekkür edeceğiniz yerde, satışlardan zarar ettik diyorsunuz. Satmak kolay, babalar gibi satabilirsiniz. Hangi satıştan zarar etmedik ki?.
      Zaten bu satışların temel felsefesi, ülkemiz ekonomisini çökertmek değilmi ki?.
      Bugün 700’ün üstende kamu ekonomik teşekkülü satılmış durumda. Sonuçta hangi deliği kapatabildik?. Hangi borçlarımız azaltabildik?. Bunları satmasaydık ve bu kuruluşları çalışanlarına devretseydik olmaz mıydı?.
      Ayrıca satmak yerine yeni tesisler kurmak daha doğru olmaz mıydı?.
      Şimdi diyeceksiniz ki, devlet ekonomiden elini çekmelidir.
      NEDEN DEVLET ELİNİ EKONOMİDEN ELİNİ ÇEKSİN?. Devletin piyasayı sadece özel sektöre bırakması DEMOKRATİKMİDİR Kİ?. Yoksa eşit ve demokratik şartlarla DEVLET SEKTÖRÜNÜN, ÖZEL SEKTÖRÜN ve SİVİL TOPLUMSAL EKONOMİK SEKTÖRÜN piyasada, yarışması ülkemize ve halkımıza zarar mı verir ki?.
      Ülkemize ve halkımıza değil ama birilerine zarar verir elbette… Kim bunlar?, kim olduğu belli kapitalistler.
      Böylesi bir durumda, ÖZEL SEKTÖR VAHŞİ KAPİTALİST yöntemlerle piyasada, dilediği gibi at oynatamayacaktır. Çünkü DEVLET SEKTÖRÜ ve SİVİL TOPLUMSAL SEKTÖR, ÖZEL SEKTÖRÜN piyasadaki denge unsuru olacaktır.
      ÖZEL SEKTÖRÜN dilediği gibi at oynatma alanı, pazarı istediği gibi kullanma alanı sınırlanacak ve ANA SEKTÖR için demokratik hale gelmesi, EKONOMİDE DEMOKRASİ sağlanacaktır.
      Bu durum, TOPLUMUN ALT GELİR GURUPLARINI OLUŞTURAN YOKSULLARIN, ürünleri daha uygun fiatla ve daha kaliteli ve sağlıklı olarak satın almalarını beraberinde getirecektir.
      SİVİL TOPLUMSAL SEKTÖR ve DEVLET SEKTÖRÜ, doğal yoldan tüketicilerin CAN SİMİDİ olma görevini üstlenmiş olacaktır. İşte bütün sorun, ÖZEL SEKTÖR’ün daha çok kar ve para kazanma amaçlı PAZAR MÜCADELESİ’nden kaynaklanmaktadır. Bu tür PAZARA MÜCADELELERİNİ daha ileri safhalara, uluslararası alanlara da taşıyan ULUSLARARASI ÖZEL SERMAYE, tarihin kimi dönemlerinde EMPERYALİST PAYLAŞIM SAVAŞLARI’nın çıkmasına da neden olmuştur.
      ÖZETLE;
      Kimilerine göre son zamanlarda, “Bilim En Yüce Değer” olarak ifade edilmeye çalışılsa da, EMEK hala EN YÜCE DEĞER olma özelliğini ve niteliğini korumaktadır. Yeryüzündeki bütün değerler emeğin eseridir.
      Dünyamızı daha iyi, daha güzel ve yaşanası hale getiren emektir.
      Bilgiye ulaşabilmek, bilim insanı niteliğine sahip olabilmek için bile, emeğe ihtiyaç duyarız. Aşk ta, sevgi de emek ister.
      Bizleri 9 ay karnında taşıyarak, emek harcayarak, dünyaya getiren elleri öpülesi annelerimiz, emeğin adı konulmamış doğal üyeleri olarak görülmelidir.
      Unutmayınız ki, tarihimizde cephe boylarında bedenini siper eden ve gerektiğinde şehit olan askerlerimiz, ne kadar onurlu ve şereflilerse, yerin yüzlerce metre altında, maden ocaklarında, tersanelerde, yazın kavurucu sıcağında, kışın dondurucu soğuğunda yollarda, inşaatlarda, ormanlarda, denizlerde, fabrikalarda, okullarda, hastanelerde, endüstriyel v.b. tesislerde çalışan ve bu uğurda hayatlarını kaybeden tüm işçi kardeşlerimizde o kadar onurlu ve şereflidir.
      Bunun için; EMEK EN YÜCE DEĞERDİR…
      15 ARALIK 2009’dan itibaren, aylarca süren mücadelelerinde, kışın ve yağmurun saldırısı yetmiyormuş gibi, birde Devletin polisiyle, panzeriyle, gaz bombasıyla, copuyla saldırıya geçerek, Abdi İpekçi Parkı’nda copla, biber gazıyla havuza, yerlere atılıp sürüklenen TEKEL İŞÇİLERİNİ SAYGIYLA SELAMLIYORUM.
      SELAM OLSUN SİZLERE…
      “Devleti savunmak sahip çıkmak suç ise, biz bu suçu işlemeye devam edeceğiz.” diyerek, sıfırın altında soğuğa, ayaza, kara, buza, karşın beyaz kefen giyerek, “ÖLMEK VAR DÖNMEK YOK” diyerek, direnen işçi sınıfının ONURLU temsilcilerinin önünde saygıyla eğiliyorum.
      -Başta TEKEL İŞÇİLERİ olmak üzere, tüm işçilerin, memurların, işsizlerin, emeklilerin ve sendikaların ekonomik, demokratik temel haklarının, istem ve taleplerinin karşılanmasın,
      -ÇALIŞANLARIN YOKSULLUĞA, AÇLIĞA, SEFALETE, İŞSİZLİĞE SÜRÜKLENMEMESİ,
      -ÇALIŞANLARIN işyeri yönetimlerinde söz ve karar sahibi olmaları,
      -ADALETİN ve KALKINMANIN toplumun en alt seviyesindeki gelir gruplarından, işçilerden, işsizlerden başlatılması gibi, ACİLİYET ARZEDEN toplumsal bu sorunların, tüm çalışanlar lehine ÇÖZÜMÜ ile ancak, KATILIMCI DEMOKRASİ gerçekleşebilir…
      -Herkes bilmelidir ki, alınan ücretin-maaşın ölçü birimi, birkaç üniversite diplomasına sahip olmak değildir. Alınan ücretin-maaşın ölçü birimi, gerektiğinde bu uğurda bedel ödemekten geçen mücadeledir.
      SEVGİLİ DOSTUM; Bütün bunlar kulaktan dolma sözler veya dedikodular değildir. Tarihin ve yaşamın ta kendisidir.
      Lütfen, at gözlüklerinizi çıkartıp dünyaya çok boyutlu olarak, İNSAN, EMEK ve ÇEVRE EKSENLİ eleştirel bir bakış açısıyla bakmanız da fayda olduğunu ve ayrıca felsefe’yi de kapsayan farklılıklar içeren, çok boyutlu okumanızı tavsiye ediyorum.
      Saygılar, Sevgiler.
      15.09.2010
      Celal ALÇAMLI
      calcamli@hotmail.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.